29 Haziran 2010 Salı

"Dopdolu bir yaşamım oldu.Yarın ölsem hiç gam yemem. Ben hayatta her şeyi başardım."

Zaman mı hızla geçiyor, yoksa insanlar istediklerini gerçekleştirebilmenin kolay yolunu mu buldu ?
 Geçen gün elime geçen bir gazetenin ön sayfasındaki haberi görünce garip bir duygu hissettim. 24 yaşındaki Amerikalı aktrist Amanda Bynes emekliliğini açıklamış. Başlığı görünce önce bir şaşırıyor insan. Neydi; ne kadar kazandı ve neden emekli oluyor gibi sorular hızala saliseler içinde beynimde dönerken, haberin detaylarında buluyorum cevaplarımı. Forbes dergisinin yayınladığı listede, "2007 yılında Amerka'nın en çok kazanan genç isimleri arasında 5. sırada yer alan sevgili Amanda, işini artık sevmediğinden emekliye ayrılıyor"muş...  24 yaşında, ne yapacağını bulmuş ve bunda para kazanmış, dünyaca ünlü, dünyanın en çok kazanan genç isimleri arasında 5. olarak yerini almış.. Şimdi konu şuraya dayanıyor; NEDEN? NASIL? Aslında tüm bu soruların cevabı istemekten geçiyor. İstemek ve istediklerin doğrultusunda harekete geçmek. Bir çoğumuz ( kendi ülkemin genç simalarına bakıyorum ) bırakın en çok kazanmayı, henüz ne yapacaklarını bile bilmiyorlar. En başında, sevmedikleri bir bölümde sırf üniversite okumuş olmak için yıllarını harcıyorlar. Bittikten sonra da, başlarda başlayan büyük bir boşluk, sonrasında da okudukları bölüm dışında para kazanabilmek için çalışılan herhangi bir meslek.. Sonuç hüsran.

"Ben star olmayacağım, ben efsane olacağım." 


Bu konuarı açmamın aslında tek sorumlusu Efsanevi Yıldız Freddie Mercury. O bir çoğumuzun bildiği ve hâla dilimizden düşürmediği  "Bohemian Rhapsody", "Somebody to Love", "We Are the Champions", "Don't Stop Me Now", "Killer Queen" ve "Crazy Little Thing Called Love" gibi pek çok uluslararası hit parçanın yazarıdır. Ve Britanyalı rock grubu Queen'in o muhteşem solisti.
Kökeni Farsi idi. Hindistan'da büyümüş ve  şuanda Tanzanya'nın bir parçası olan Zanzibar'da dünyaya gelmiş ancak  17 yaşındayken ailesi ile birlikte İngiltere'ye göç etmişlerdi. Dolayısıyla dünyanın ilk Hintli rock yıldızı olduğu öne sürülmekteydi. Piyanoyu, gitarı çok az bilmesine ve hatta çok karmaşık harmoniler yazmış olmasına rağmen nota bilgisi yok denecek kadar azdı. Çok özel bir sese sahipti. Normal konuşma sesi bariton aralığında olmasına karşın şarkı söylerken ki sesi tenordu. Ve hiç formal vokal eğitimi almadığını söylemişti.

"Müzik aynen resim çizmeye benzer..resmi çizerken arada neye benzediğini görmek için bir adım geri çekilmek zorundasındır..Ben de Queen den bir adım geri çekiliyorum..sevenlerimin,müziğimi ebediyete kadar hayatta tutmalarını istiyorum"

Mercury, opera ile rock müziği harmanlayarak yeni bir müzik anlayışı ile dünyayı kasıp kavuran, sahnedeki şovu, duruşu pek çok kişi tarafından hala dünyanın en güçlü vokali olarak anılan unutulmaz bir sanatçıdır. Bu başarının arkasında aslında ne yapmak istediğini bilen ve tüm koşulları - koşullar olmasa dahi - bu doğrultuda olur kılan, inancı ve isteklerinden başkası değildi.








"Tarih Yazalım" İstanbul Sonisphere Festival


Haftalardır beklenen bir konser dizisi geçtiğimiz günlerde bizlerle buluştu. 11 ülkede gerçekleştirilen ve bu zamana kadar düzenlenen en kapsamlı rock festivali olarak bilinen Sonisphere Müzik Festivali'nin Türkiye ayağı, 25-26 ve 27 Haziran'da İnönü Stadyumunda gerçekleşti. Stadyum aslında bu tarz kalabalıklara hep alışıktı ancak sloganlara alışık olan İnönü'nün müzikle bulşması bu sefer daha farklıydı.

İnsanlar sahneyle o kadar çok bütünleşmişlerdi ki... Böyle konserlere aç olan türk gencinin, medeni bir şekilde ve olağan üstü bir şekilde duygularını, isyanlarını müzikle haykırmaları kadar doğal ne olabilirdi ki.. Sadece bizler değil, Rammstein'dan Slayer'a, Manowar'dan Metalica'ya kadar gelen tüm gruplar türk seyircisine olan hayranlıklarını sürekli ile getirmekten kaçınmadılar.

İlk günün yoğunluğu hafta içi olmasına rağmen görülmeye değerdi. Ee ne de olsa sahneye çıkacak olan grup Rammstein'dan başkası değildi. Genelde sert sözleri ve pornografik showlarıyla dikkat çeken grubun sahnesine bu sefer alevler hakimdi.

"Bir Alev Yağmuru Mudur Gökyüzünden Düşen?"

Rammstine'nın sahnesi inanılmazdı. Adamlar öyle bir sahne showu hazırlamışlar ki, insanlar hiç bir anı kaçırmamak için ne yemek yemeye ne de tuvalete gitmek için yerlerinden ayrılmaya yeltendiler. Toplasanız belki üç şarkısı ezberlerinde vardı seyircinin; ancak o üç şarkı bile bizleri onlara onları ise bize bağlamaya yetti. Bir ara nerden geliğini bilmediğimiz bir zodiac bot seyircinin üstünde ordan oraya gezinmeye başladı. Sonrasında sahnenin içine doğru roketler fırlatıldı. Bizler yine" Bu işte bir yanlışlık var; ters giden bir şeyler var." düşüncesiyle tırnaklarımızı yemeye :p başlamışken konseptin bir parçası olduğunu hemen sonrsında öğrendik:)

Ve Metalica

Metalica'nın Türkiye'ye bu ilk gelişi değil, ancak bu gelişlerinde biraz daha şaşırdıklarını söyleyebilirim. Şarkılarını tek bir ağızdan onlarla birlikte haykıran tam 40 bin genç... Bunun da karşılığını en uzun süre sahnede duran headliner olarak seyirciye gösterdi. Normalde 1,5 saatlik sahne performans süresini aşarak 2 saati aşkın bir süre sahnede istenilen tüm parçaları seslendirdiler. Buna bizim şaşırdığımız gibi sanırım onlar da kendilerine biraz şaşırdı. . Bu tabi ki, bulunması zor biz zeyircilerin mükemmelliğinden kaynaklanıyordu.

Organizasyon Notları:

* Konser alanında bazı yerler gereksiz yere boştu. Görüntü açısından pek hoş durmuyordu
* Organizasyon gövenliği hariç Stadın kendi güvenliği inanılmaz iyiydi. Öyle ki seyirciye arkalarını döndüklerini bir kez bile görmedim.
* İçeceklerin Tuborg ve fiyatlarının da 7,5 TL olması yetmezmiş gibi satılan sandiviçlerin, hamburgerlerin son kullanma tarihlerinin de geçmiş olması organizatörlere yakıştırılmadı
* Güvenlik sınırları net bir şekilde belirtilmemişti. Öyle ki, sahne önünde acil bir durum olması durumunda  Ambulans'ın alana girme olasılığı yok denilecek kadar azdı.
* Manowar'ın basçısının türkçe konuşması herkesi şoka soktu:)

 

28 Haziran 2010 Pazartesi

"Geçmişten Günümüze Efes Pilsen One Love Festival"





Sanayi Devriminin eski köyü yakıp yerine yeni bir dünya yaratma girişimiyle birlikte başlayan ve insanların farklılaşan talepleri karşısında ne yapacaklarını bilemeyen şirketlerin, uluslararası piyasada da etkinliğini arttırması "Pazarlama" kavramının da doğmasına neden oldu. Küreselleşmenin de patlak vermesiyle, firmalar, pazarlama kavramı yetmezmiş gibi ona birde yeni uzuvlar eklediler. Artık firmalar arasındaki bu rekabet, firmaları reklam, marka oluşturma, toplumsal projelerde sponsorluk gibi yeni oluşumlarla faaliyetlerini devam ettirebilme fırsatı tanıdı.



Şirketlerimiz gelişirken konu ile ilgili uzmanlarımız da sadece kendi ülkelerinde kalmayarak, dünyada da isimlerini duyurmaya ve yeni tanımlamalarla insanlara yol göstermeye başladılar. Bunlardan biri olan Philip Kotler Milano'daki bir konferansında bir okuruna şöyle der; "Pazarlama, sürekli bir değişim içinde olmak zorundadır." Peki neden? Pazarlamayı bir kalıptan ibaret olarak gören birçok kesim, kendilerinin aslında bu kavramın ayrılmaz bir parçası olduklarının farkında değillerdir. Çünkü pazarlama, biz insanların, aynı zamanda tüketicilerin, ihtiyaç ve isteklerini karşılamaya yönelik bir süreç ve değişimdir.




Türkiye ve Dünya'daki hızlı gelişimin takvimi 2002 yılının Haziran ayına takılır. Yeni bir kavram (Etkinlik Pazarlama) eski bir isimle farklı bir boyutta buluşarak,9 yıldır varlığını başarıyla devam ettiren bir gençlik festivalinin doğuşuna ve yaşamasına olanak tanırlar. 9 yıl önce Efes Pilsen Summer Fest olarak başlayan bu serüven, ilk yılki coşkusuyla, ismini Efes Pilsen One Love Festival olarak yaşatmaya devam ettirmektedir.



NEDEN BÖYLE BİR ETKİNLİĞE GEREK DUYULDU?




80'li yıllar ve öncesi, biranın, su gibi tüketildiği, beslenmedeki olumlu katkısı ve bira bahçelerinde yapılan hoş sohbetlerin eğlenceli içeceği olarak görülmesi, büyük bir darbe almıştı. Yeni yasal düzenlemeler çağdaş düşünce yapısını elimine etmek istese de, kurumlar bu oluşumu kaybetmek istemiyorlardı. Bir şeyler yapmalıydılar; bir faklılık... İşte böyle bir dönemde Efes Pilsen'in yolu Pozitif'in yaratıcılığıyla kesişti. O dönem, Efes Pilsen Blues Festival ile başladıkları 20 yıllık yolculuklarına, 9 yıl önce Efes Pilsen One Love Festival'ıda ekleyerek farklı segmentlerle kol kola yürümeye devam ettiler.




Aslında her şey Efes'in bir açıkhava festivali düzenlemek istemesinden doğmuştu. O dönemin koşullarının yeni bir soluk getirmek isteyen Efes, Pozitif'in Manu Chao'yu ülkemizde ağırlamak istemesiyle " Bu neden bir açıkhava festivali olarak gerçekleştirilmesin?" fikrini gündeme getirdi. Yapılmak istenende aslında tam olarak buydu. Günün erken saatlerinde başlayarak, gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam eden 2 günlük bir açıkhava festivali. Fikir gerçekle yüzleşti ancak istenene tam olarak ulaşılamamıştı.


Bu ilk festivale ev sahipliği yapan Maslak Venue, festivalin ilk yıllarında ancak geç saatlerde yoğun bir taleple karşılaşıyordu. Türk halkında henüz gündüzden geceye aynı mekan içerisinde eğlenme anlayışı olmadığından, festivalin daha kapsamlı olmasına ve farklı etkinliklere ihtiyacı vardı. Her zaman yeni doğan bir bebeğin emeklemeden koşması beklenemezdi tabi. İster mekan değişikliği, ister WOM'un ( ağızdan ağıza anlamını taşıyan bir pazarlama çeşididir. Günümüzde farklı uygulamalarıyla yoğun olarak kullanılmaktadır) etkisi, isterseniz de festivale eklenen farklı etkinlikler deyin, Efes Pilsen One Love Festival her yıl büyük bir heyecanla beklenen ve "Keşke yılda bir kez değilde yazın ayda bir organize edilen bir festival olsa!" temennileriyle farklı kültür ve sanat etkinliklerini bir araya getirmeye ve bizlerin değişen taleplerine cevap verebilme gücüyle sevenleriyle buluşmaya devam ediyor.


Ne diyelim umarız "Sevgi Kelebekleri" bu yıl yolculuklarına binlercesini ekleyebilmiştir:)



24 Haziran 2010 Perşembe

Kimi Yağmuru Hisseder, Kimiyse Sadece Islanır Yağmurda...



Hava kuruydu ama hızla gelişen olaylar silsilesi içinde Türkiye ölümlerin, İsrail saldırılarının haberleriyle çalkalanırken, bizler de tuhaf duygular içerisinde, her ne olursa olsun işimizi yapmaya çalışıyorduk. Sonuçta bu bir eğlence sektörüydü ve bizlerde bu pastadan diğerleri gibi ekmeğini yiyen çalışanlarıydık.

Saatler daha 21:00'ı bile göstermezken kapıda olağan dışı bir kalabalık göze çarpıyordu. Ana kapı için kurulmuş kısmi düzen, dinleyenler tarafından farklı bir boyut kazandı. Bana "Sanırım işte fark bu" dedirtecek kadar etkiliydi. Ancak Türk halkının her zaman baş gösteren zaman problemi burada da etkili oldu ve konser başlamasına rağmen girişleri engellemek pek mümkün olmadı.

Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi, merdiven biletlerinin de satılmasıyla olağanın biraz üstünde bir seyirciyle buluştu. Ve Bob Dylan belirtilen saatte sahnedeki yerini alarak seyiciye “Rainy DayWomen” parçasıyla "merhaba" dedi. Ancak konser boyunca bir kez olsun seyirci ile gözgöze gelmemiş olması, "İşimi yapar ve Çeker Giderim" edası bir çok seyirci tarafından olumsuz not aldı.

Bizler sevgili VIPlerin girişlerini kolaylaştırmak için düzenlemeler yaparken, kayda geçen simalar da listemizin satırları arasında yerlerini almaktaydı. Tabi bizler akışı hızlandırmak için var gücümüzle çalışırken, etrafta karaborsacılar ve biletleri nerden aldıklarını bilemediğimiz turistler de ellerinde enteresan pankartlarla var güçleriyle çalışıyorlardı.

Gelelim Konser Öncesi ve Sonrası Yaşananlar

Konser öncesi kurulu bir düzen olduğundan dolayı çok sıkıntı yaşamadık; Ancak kapıların açılmasıyla birlikte seyircilerin geç gelmesi ve binlerce kişilik mekanda, koca koca yazılan sıra ve koltuk numaralarına rağmen yerlerini bulamayan seyircilere yardım etmeye çalışan görevliler, bir de yerlerine yerleşmiş olan dinleyicilerden azar işitmeyi bir görev edindiler...

Konser öncesinde ise inanılmaz bir gizlilik söz konusuydu. Kalınan otel kimseye söylenmiyor, organizatörlerden rehber istenmiyor, gelen hiç bir hediye kabul edilmiyordu. Hatta bir ara kulisin köşesinden geçen ofisimize gidebilmek bile imkansız hâle gelmişti.

Sanırım konserin en güzel anlarından biri (tabi beim o yoğunlukta yakalayabildiğim:)) “Just Like A Woman” şarkısını binlerce kişinin hep bir ağızdan söylemesiydi.

Kim ne derse desin, yıllar sonra böyle büyük bir üstadın ülkemize getirilmesi için bir çalışmaya girilmesi bile başlı başına takdire şayan bir hareketti. Teşekkürler Pozitif..

23 Haziran 2010 Çarşamba

Emeklemeden Koşan Festival; "Freshtival" :)



Her şey hummalı bir çalışmayla başladı. Üst üste gelen festivallerin ve konserlerin ön hazırlıkları ile iç içe geçmiş iş hayatımız, etkinlik günü hem sevinç, hem de ardında bıraktığı derin ağrılarla bir başka konsere bizi devir teslim etti. İşte uzunca bir süre yazıyla buluşamamamın nedeni de burdan kaynaklanıyor.

Takvimim 29 Mayıs'ı gösterirken, bizler Küçükçiftlik Park'da 2. günümüzü yaşamaya başlıyorduk. Parkın alışılagelmiş beton zemini serilen çimlerle bambaşka bir görünüm kazandı. Öyle ki insanlar sahneye Mika çıkana kadar yerlerinden ayrılmadılar. Çimlere serilmiş yüzlerce festgenç, sıcakların başlaması ile şehrin en işlek semtinde, böyle güzel bir festivalde yaza merhaba demenin şaşkınlığı içerisindeydi. Öyle ki alanda dolaşırken ayaklarım altında kalabilecek kafa, kol, bacak gibi uzuvlara zarar verebileceğim korkusuyla dolanmakta biraz ürkek davrandım.




Festivalin mutfağı nasıldı sorusunu cevaplamak hiç zor olmasa gerek. Küçücük bir odada çalışmaya çalışan güzel ekibimiz, aniden çkan eğlenceli kararlarla kendine küçük eğlenceler çıkartıyordu.:) Örneğin Mika'ya sahnede eşlik eden o eğlenceli gurup, sanıldığı gibi yabancı bir prodüksiyon değil, tamamen bizim ekibin hiç bir hazırlığı olmadan yer aldığı bir konseptti



Aslında belki bir çoğumuzun beklemediği kadar büyük ilgiyle tamamlanan festivale, Mika damgasını vurdu. Son ana kadar Mika'nın çıkmasını bekleyen kalabalık, Mika'nın sahne almasıyla, çimle bütünleştirdikleri vücutlarını gökyüzüne fırlattılar. Bu sırada bendeniz, anakapının dışına kadar taşmak üzere olan kalabalığın bir köşesinde kendine yer açmış, bir taraftan görevini yapmaya çalışan ancak üzerine yüklenen sorumluluğun bilinciyle ağırbaşlı tempomu tutmakla meşguldüm:)


Biraz sanatçılardan bahsedelim o zaman.Mika'dan önce sahne alan The Raveonettes Rock müzik severleri sert ama coşkulu ritmleriyle freshtival seyircisini Mika öncesi "Haydi Coşmaya Hazırlanın" duyurusu yaptı.Tabi Mika'nın sahnesinde neler olacağını bilemeyenler, olacaklardan habersiz yavaş yavaş hareketlenmeye başladı.










SaHne ÖnceSi Mİka;

Bu ne şeker bir insandır böyle. İnanılmaz sempatik, cıvıl cıvıl ve yerinde duramayan bir insan kendisi. Kulis ekibini zor durumda bırakmayan, hiç bir ani koşuşturmaya neden olmayan, kaprizsiz, hâlkulade bir müzik tutkunu kendisi. Sahne arkasında da fotoğraf çekimlerinde hiç bir sıkıntı yaşatmadığı gibi, birbirinden güzel pozlarıda bizimle paylaştı.














Ve Sahnede MİKA

Sahne inanılmazdı. Süprizlerle dolu, olağan üstü renkli, eğlenceli bir çalışma daha önceden izlememiştim. Yerinde duramayan, sahne üstünde yer alan tüm meteryallerin tepesinde görebileceğiniz bir sanatçı hayal edin. Biran seyircinin üstüne atlayacağından bile endişelendim. Böyle bir şey olsa sanırım ikinci el üstünde aşağıya çekilirdi:) Temponun hiç düşmediği, insanların yerinde duramadığı bu rengarenk konsepte, bir de İnönü Statyumu'ndan atılan havai fişekler eşlik etti.

Freshtival daha 2. Yılında vazgeçilmez bir festival olacağını böylelikle tüm müzik ve festival sevenlere kanıtlamış oldu. Emeği geçen :) herkese sonsuz teşekkürler.