Bir modern dansçı değilim. Ama müzik, dans ve duygu ile
tatlandırılış bir üçleme varsa, guru da kesilebilirim.
Öyle her şeyi ben bilirim; üç oyun izler tiyatrocu
kesilirim, iki göbek atar dansın alasını yaparım falan diyenlerden biri olmadım
hiçbir zaman.. Olanları da pek hoş karşıladığımı söyleyemeyeceğim. Hayat tek
düze yaşamayı hak edecek kadar basit değil elbet. Varsa farklı bir baharat,
kararınca serpiştirerek beslemek gerekiyor ruhu. Ama olmuşculuk oynayanları
görünce oldurtamıyorum maalesef.
Ben de yıllardır hayatın farklı tellerinde zıplamamın
nimetlerini alıyorum kendime, kendimce. Azıcık üçlemelerden beşlemelerden bir
çıkarım yapıyorum yeri geldiğinde. Armut gibi bakıp, her sahne bitiminde yükselen alkışların
arasına karışacak iki şak şaktan da öteye gitmemiz gerekiyor nihayetinde. Bu
adam ne yapıyor; ne anlatmak istiyor; anlatabilmiş mi; varsa bir bam tellik
durumu, benim bam telime dokunabilmiş mi; bir sorarım gözümün önündekine.
Alırsam cevabımı ne alâ. Varsa bir törpülük yer de, “burası takılıyor;
törpülenmesi gerek” de diyenlerdenim.
İşte öyle bir
Cumartesi bu da..
Üniversite yıllarında çok yapardım. Kafam eser kendimi
tiyatroda, sergide, söyleşide bulurdum. Avuç kadar yerdi zaten bulunduğum
şehir. Sağımda solumda müzisyen, oyuncu. Ben gitmesem onlar beni akıntının
içine atıverirlerdi. Döndük sonra yeniden koca şehre. Yine uzak değilim o
dönemlerde sanata. Müziğin tam da göbeğindeyim. Ama dansla, tiyatro ile koptu
uzunca bir süre göbek bağım. Öyle aklına estiğinde gidemiyorsun bir yere.
Olmamasından değil bu sefer ama. Alternatifin çok olmasının verdiği kayboluştan;
bir yerden bir yere gitmenin tahammül edilemez trafik çilesinden; iş hayatının
yoğun temposundaki omuz yükünden.. Velhasıl kelam aşmaya çalışıyoruz artık bu
durumları. Yaş ilerledikçe zaman daha çok kıymetli hale geliyormuş. Durduğun an,
donduğun an olmadığından, duramıyorum attık; Ve duramıyor atıyoruz kendimizi bir
Cumartesi gecesi Zorlu Psm’nin koridorlarına.
Ve sahnede The Forever
Tango..
Bizim topraklara
atıyoruz kendimizi. Blues’a en yakın müzik türü bizde arabesk müzik. Acıları,
isyanları ortaya döken babalarımız oluyor biranda; dert ortağı babalardır ne de
olsa. Ezilmiş halkın bam teline dokunuyorlar. Her acı, ortaktır ne de olsa.
Müzik dururken dans
durur mu peki. O da durmuyor. Şaşalı, ışıltılı salonlarda izlediğimiz Tango
gibi mesela..
Sokaklardaki
haksızlığın bedensel isyanıdır Tango da. Alt benliğinize seslenir. “Sen bir
bireysin; Her birey kendine özgündür; her birey farklıdır; ve her fikir ifade
edilmelidir” der bize.
“Tango bir danstan daha fazlasıdır, gerçek bir hikâyedir
ve geceye aittir” Luis Bravo.
İşte ünlü müzisyen
Luis Bravo da müziği, doğup büyüdüğü Arjantin topraklarının dansı tango ile
harmanlıyor. Kültürüne, tutkuya sahip çıkıyor ve yaşatıyor.
Peki Luis Bravo’nun “Tarihin
en başarılı, ateşli, tutkulu tango şovu” olarak tanımladığı, Broadway’de
dördüncü sezonunu bitiren Forever Tango “dokundu mu benim bam telime” diye
soracak olursak; içtenlikle “evet” diyemiyorum maalesef. Belki o gün ki ruh durumlarından bilinmez ama jest ve
mimikler yeterli değildi bence.Ateşi ve tutkuyu hissettiremedi bana. Danstaki yeterliliğe lafım yok ama.
Birkaç Dipnot:
- İlk
perdedeki barda çıkan kavga koreografisi "–mış" gibi kalmış. İki uçan dans
tekmesi değil de, dansın haşin dokunuşunu görmek isterdim o sahnede.
- Seksi
kıyafetler, *Caricia’lar yeterli de *Afficionado eksik kalmış. Nerede o
parmak uçlarımızdan başlayıp bütün vücudu elektrik çarpmışa döndüren duygu! Yok; olmamış.
- Dansçılar
aynı zamanda balet ve balerin sanırım. Süzülüşlerindeki asalet ve su gibi
akmaları ruhu okşuyor.
- MÜZİK;
bir HARİKA. Luis Bravo soy ismini hak etmiş burada. Orkestrasını bu kadar iyi
konuşturan bir müzisyene olan susuzluğumu giderdi sağolsun.
*Caricia : okşamak.
Bayanın ayağı ya da bacağı ile erkeğin bedenini hafifçe okşayarak yaptığı
süsleme hareketi.
* Afficionado:
Tutkun, seven